Napolyon söylemiş bunu.
Acı çekmenin, ölmekten çok daha fazla cesaret istediği durumlar vardır.
Asla telafisi yoktur.
‘Zamanla geçer’ diye bir ilacı da…
Yüreğinizin ta orta yerinden bir ‘şey’ kopar.
O ‘şey’ bir daha asla orada olmaz.
İnanmak istemezsiniz önce…
Kabus olduğunu ve bir an önce uyanmayı dilersiniz…
Ve yaradılış gereği kabullenmekten başka çareniz olmadığını anlarsınız…
Adeta yıkılırsınız…
…
Erkut Kaya arkadaşımızı geçtiğimiz hafta ebediyete uğurladık. Günlerdir O’nunla ilgili bir yazı yazmak istedim, bir türlü beceremedim!
Elim klavyeye gitmiyor. Aklıma geldikçe, o güler yüzlü hali gözümün önüne geliyor. Birbirimize şaka yaptığımız, oturup uzun uzun konuştuğumuz günlerin ardından aniden aramızdan ayrılması gerçekten dengemizi bozdu!
Bir telefon sesiyle Erkut’un öldüğünü duymak…
O an olduğun yerde donakalmak…
Bir insan, çok sevdiği birisi ile ilgili bu kadar kötü bir haberi bu kadar kolay işitebilmeli miydi acaba?
Bu çok normal bir durum muydu?
…
Lise arkadaşımız Öznur’un eşiydi Erkut. Bir aile gibi sürekli iç içe olduğumuz lise grubumuzun çok sevilen, güler yüzlü Erkut’ydu O.
Pırlanta gibi çocuklar Dilan ile Ege’nin babası. Gülabi abinin oğlu…Mehmetlerin, Muratların ve sayısız ortak dostumuzun ‘olmazsa olmaz’ıydı Erkut…
Hani ‘çok iyi insan’ derler ya, bu sözün hakkını tam olarak verenlerden birisiydi Erkut. Geçenlerde Öznur’un evine gittik arkadaşlarımızla. Sözüm ona, teselli etmeye. Kendimizi bile edememişken üstelik…
Eşi, çocukları, ailesi…
Elbette acılarını daha derininden anlayamayız.
Ateş düştüğü yeri yakarmış.
İnanın üzüntüden sağlıklı cümle kurmakta zorlanıyorum. Parmağına kıymık batsa yüreği acırken bir insanın…
Bunca yıl birlikte bir hayatı paylaşmışken, canından öte can olmuşken…
Bir anda kaybetmek…
Acı çekmek, bazen ölmekten çok daha fazla cesaret istiyor!