Aynaya bakmayı öğrenmeliyiz ilk önce.
Ama gerçek anlamda bakmayı. Saçımıza başımıza değil.
Gözlerimize.
Gözlerimizin tam içine.
Böyle karşılaşmalıyız kendimizle.
Böyle hesaplaşmalı.
Büyük bir cesaretle.
Aslında ne kadar bencil, ne kadar menfaatçi ve ne kadar ahlaksız olduğumuzla yüzleşmeliyiz.
…
Biri baktı aynaya.
Hiçbir şey göremedi. Çünkü göreceklerinden korktu. En kolay savunma mekanizmasını uyguladı beyni.
Dürüst ve namuslu olduğuna inandırdı kendisini.
Evden çıktığında her ne halt yiyecekse yaptıkları asla onu ahlaksız yapmayacaktı!
…
Kocasına yalandan gülümsedi kadın. Karısının yalandan öptü yanağını adam. Sonra ait oldukları ikinci hayata dahil oldular.
Büyük ve yalan bir dünya var bizi çevreleyen. Koskocaman bir dünya. Aile ve insan ilişkilerini yerle bir eden, toplumun güvene ve ahlaka dayalı tüm değerlerini yok eden iğrenç bir dünya.
Kimilerinin başrol oynadığı, kimilerinin kıyısından köşesinden değdiği, insanları insanlardan iğrendiren, kokuşmuş zihniyetin gübresiyle beslenen bir dünya.
Sapık ve tecavüzcülere en ağır cezaları vermeyi hak gören toplumun, hiç ortaya çıkmayan ve çıkmayacak bunca sapıklık ve ahlaksızlıkları kendi içinde gizleyebilmesinin sırrı ne peki?
Aşkın adını kullanarak ya da anlık birlikteliği yücelterek bedensel zevklere teslim olanlara ne demeli?
Yapan eğer kadın ise o….pu olur bu memlekette. Erkek yaparsa övünerek anlatır. Oysa ahlaksızlık ise aynı ahlaksızlık.
Aynaya bakmak dedim ya en başta. Aynaya baktığınızda kendinizle yüzleşmezseniz, başkasının yaptığı ahlaksızlık olur, sizin yaptığınız gurur verici bir anı.
Evli ve çocuklu insanlar tanıdım. Göz göre göre eşini aldatan. Hiçbir rahatsızlık duymuyorlardı. Hatta gurur duyarak anlatıyorlardı. Eve gittiklerinde eşlerinin ve çocuklarının yüzüne nasıl baktıklarını hep merak ettim. Ben sormaya utandım, onlar anlatmaya utanmazlar diye soramadım!
Çok yalancı insanlar tanıdım. Göz göre göre yalan söyleyen. Hiçbir rahatsızlık duymuyorlardı. Hayatlarındaki tek gerçek, kendini inandırdıkları yalanlardan ibaretti. İnanmadım ama inanır gibi yaptım, onun yerine de ben utandığımdan…
Bu anlattığım çemberin içinde, ayrı ayrı birer ahlaksız olan insanlar topluma karışınca namuslu ve dürüst insanlar haline geliyordu.
Yani bir anlamda çember, yapılan iğrençliklerin, aldatmaların ve utançların üstünü örtüyordu.
Bu çemberin dışında kalmak bir tercih meselesi.
Ya içinde kalırsınız, bu ahlaksızlıkların bir parçası olursunuz ya da dışına çıkarsınız insan olursunuz.
İnsanları hayvanlardan ayıran iki temel özellik vardır. Birisi düşünme, diğeri utanma.
Utancın erkeği ya da kadını yoktur. Namusun da, dürüstlüğün de.
İçinde sevgi, emek, fedakarlık, güven ve dürüstlük gibi kavramları barındırmayan bir şey aşk olamaz.
Bekar insanların sevgi ve emekle yoğrulmuş birlikteliğini de normal karşılarım. Bunun dışındakiler bana göre cinsel açlığın dışa vurumu ve hayvansal dürtülerden ibarettir. Taraflardan biri ya da her ikisi evli ise bu ahlaksızlıktan başka bir şey değildir.
Hiç kimsenin dürüstlük ve namus bekçiliğine güvenmeyin. Davranışlarına güvenin.
Hiç kimsenin söylediklerine inanmayın. Yaşantısına inanın…
Dürüstlük ve namus sözle olmaz, insanların yaşantısı ve davranışıyla olur.
Çok sevdiğim bir sözdür. Düzgün insan aramayın, düzgün insan olun!
Diyeceksiniz ki, dürüstlükten ve ahlaktan bu kadar ahkam kestin, sen bu çemberin neresindesin diye?
8 yıl evli kaldım, eşimi hiç aldatmadım.
8 yıldır bekarım. Evli kadınların yuvasını yıkmadım.
Bekar kadınlarla yaşadığım aşklar oldu.
Çok kalp kırdım.
Çok incittim, çok üzdüm.
Ama sabahleyin aynaya baktığımda, yaptığım hatalardan hala utanabiliyorum.
Belki bu beni kötü bir insan yapar ama insan yapar..!