Birkaç gündür elektrik kesintileri ülkenin gündeminde yer alıyor. Türkiye’nin önemli bölümünde kesilen elektrikler hayatı olumsuz etkiliyor.
Özellikle soğuk kış günlerinde, elektrikle çalışan doğalgaz kullanarak ısınanlar, elektriklerin kesilmesiyle adeta donuyorlar.
Elektrik hayatımızın her alanında artık ve olmazsa olmaz durumunda. İnsanların en önemli ihtiyaçları şu günlerde ısınma ihtiyacı.
Sadece elektriklerin kesilmesiyle yaşanan sıkıntıdan dolayı değil yüksek faturalardan dolayı da insanlar doğalgazdan soğuyorlar.
Kömürden, dumandan, çevre kirliliğinden kurtulduk derken, doğalgaz yerine evlerine soba kurmayı düşünenlerin sayısı artıyor.
Elektrik kesintilerinin TBMM bütçe görüşmelerine denk gelmesi de ilginç. Çünkü o görüşmelerde Hidroelektrik Santralleri (HES) ve Nükleer enerji santrallerinin gerekliliği konuşuluyor.
Orman ve Su İşleri bakanı Veysel Eroğlu, ‘Eğer HES’ler olmasaydı Türkiye elektriksiz kalırdı” diyerek bu işin önünü açıyor.
Oysa Japonya’da geçtiğimiz yıllarda meydana gelen nükleer felaketin ardından, birçok ülke nükleer santral projelerini iptal ederken, birçok ülke mevcut nükleer santrallerini kaldırmayı düşünürken Türkiye’de halen daha nükleer enerji santrallerinin proje olarak konuşulması gerçekten de çok ilginç.
Enerjide dışa bağımlı hale gelmiş olan Türkiye, çözümü HES ve nükleer enerji santrallerinde arıyor.
Olası bir nükleer felakette acaba Türkiye’nin herhangi bir hazırlığı var mı? Bunun vebalini kim ödeyecek?
…
23 yıl önce Ukrayna
ın Kiev kentindeki Çernobil Nükleer Santrali
de gerçekleşen patlamayla radyasyonun büyük kısmı çevreye yayılmış, radyasyonun etkisi Türkiyeye kadar gelmişti.
Öyle ki radyasyondan korkan insanlar neredeyse en çok tükettikleri çaydan bile vazgeçme aşamasına gelmişti.
O günkü devletin yöneticileri hatta devlet bakanı televizyon ekranlarında çay içerek çayda radyasyon olmadığını göstermeye çalışıyorlardı.
Televizyon ekranlarında çay içince acaba Türkiye gerçekten de Çernobil radyasyonundan etkilenmemiş mi oldu!
Çevre Bakanı’nın nükleer santral konusunda risk olmadığını açıklaması bana bu Çernobil örneğini hatırlattı nedense!
AKP hükümeti Türkiye’nin –özellikle Akdeniz ve Karadeniz- belirli bölgelerinde nükleer enerji santralleri kurulması yönünde çalışmalar yürütüyor.
Şu anda sivil toplum kuruluşlarının ve halkın nükleer enerji santralleri konusunda büyük çekinceleri var.
Deniliyor ki Türkiye’nin enerji ihtiyacı çok fazla ve bu yüzden nükleer enerji santrallerinin kurulması şart.
Oysa konunun uzmanları ülkemizin enerji ihtiyacını fazlasıyla karşılayabilecek kadar fazla potansiyele sahip olduğunu açıklıyorlar.
Ama hükümet bir enerji politikası oluşturup bunları gerçekleştirmek yerine kolay ve tehlikeli olanı seçiyor.
Gelişmiş ülkeler artık yenilenebilir ve alternatif enerji kaynaklarına yöneliyorlar. Bunların başında da çevreye ve insana hiçbir zararı olmayan ve maliyeti neredeyse bedava olan rüzgar ve güneş enerjileri üzerine yoğunlaşıyorlar.
Türkiye’de nükleer enerji santrallerine yönelmesin arkasında acaba ne tür iç ve dış politikalar olabilir?
Tıpkı Kazdağı gibi ülkemizin akciğerlerini köstebek yuvaları gibi deşerek siyanürle altın aranmasının önü açıldığı gibi…
Nükleer santrallerden oluşabilecek radyoaktif etkilerin çevreye ve insanlara zarar verdiği herkes tarafından biliniyor. Santrallerden çıkan sıvı ve katı atıkların nehirlere, göllere, denizlere ve havaya ulaşmadığını kim garanti edebilecek?